28 Şubat 2017 Salı


Muhacir Şehid Selman-1
Ne kadar erken ayrıldın aramızdan kardeşim... Nasıl düştün toprağa...
Bir gün boyunca bedenin nasıl durdu öyle toprakta?
Saçlarından rüzgâr geçti mi, sakalına toz toprak mı kondu kardeşim?
Kanın toprağa ne kadar aktı kim bilir!
Kardeşim, sen ey muhacir şehit... öyle garip, öyle yalnız; uzak bir ülkede, bir yaz gecesi veya sabahı Kuran okurken beklediğin ribatta (nöbette) toprağa düşüp dirilirken, bizler yataklarımızda ölmeyi ümit eden bir topluluk olmaktan utanıyoruz.
Biz seni kaybettik kardeşim… Selmanımızı kaybettik...
İşte belki bu yüzden; seni Cüleybib ile anmak isterim kardeşim…
Rasulullah’ın kaybettiği, kaybettiği için mahzun olduğu, sonra aradığı, arayıp da şehit bulduğu Cüleybib…
Seni Cüleybib ile anmak isterim kardeşim. Hani o Rasulullah’ın bu bendendir ben de bundanım dediği Cüleybib…
Bize söylediğin son sözlerden biriydi; şehit olmadan tam bir gün önce; çocukça garip bir sevinç ve garip bir özlemle demiştin ki kardeşim;
“Allah’ı görmenin dışında cennetteki en büyük nimetlerden biri ne biliyor musunuz? Rasûlullah cennette bulunuyor!"
Rasulullah’la cennette buluşmanı dilerim kardeşim!
Ve Rahman’ın, şu ayetteki şehidlerden kılmasını dilerim seni kardeşim; öyle ki itaatkâr Müslüman, onlarla arkadaş olmakla şerefleniyor: “Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa suresi /69)

Senin adını Bedir şehitleri ile anmak isterim kardeşim, meleklerin gıpta ile seyrettiği Bedir ashabı ile.
Seni erken kaybettiğimize hüzünlenince, Bedir şehitlerinden Umeyr bin ebi Vakkasi hatırlıyorum, o şehit ki sadece 16 yaşındaydı.
Biliyor musun kardeşim, kan akmış bedenin benim için Rasulullah’ın şu sözleri sebebiyle öyle değerli, öyle güzel ki: “Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “… Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, Allah yolunda yaralanmış hiçbir yaralı yoktur ki, kıyamet günü, yaralandığı ilk günkü manzarasıyla gelmiş olmasın: (Yarası taze) kan renginde, kokusu da misk kokusu.“
"Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl’e kasem olsun Allah yolunda gazaya çıkıp öldürülmeyi, sonra tekrar hayat bulup gazada tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar gazaya çıkıp öldürülmeyi ne kadar isterim.” (Ebu Hureyreden/ Buharî, İman 25, Cihâd 2,119, Hums 8, Tevhid 28, 30; Müslim, İmâret 103- 107, (18?6), (8, 119); Muvatta, Cihâd 2, (2, 444), 40, (2, 465); Nesâî, Cihâd 14,(6, 16), İman 24)

Euzubillah.. Bismillahirrahmanirrahim
“Mü’minlerden bir kısım erkekler, Allah’a yaptıkları ahde (savaşta şehit oluncaya kadar sebat edeceklerine dair verdikleri söze) sadık kaldılar. Böylece onlardan bir kısmı verdiği sözü yerine getirdi (şehit oldu), bir kısmı da (şehit olmayı) bekliyorlar. Ve onlar, (ahdlerinden) bir şey değiştirmediler.”
Sen bana en çok bu ayeti hatırlattın kardeşim, inşallah sen yaşayan bir ayet oldun.
Sen Allah’a kavuştuktan sonra zihnimde sürekli onun sözleri gerçekmiş, söylediği sözler; kalbiyle bedeni ve ameliyle bir bütünmüş, ameliyle sözlerini doğruladı ifadeleri yankılandı durdu. Adeta bana "sen de sözü gerçek olanlardan ol! Allah’ın ayetlerini tasdik edenlerden, sıddıklardan ol!" dercesine…
İşte kardeşimin bana en büyük örnekliği budur.
Ve senin için arzum o dur ki şu ayettekilerden olasın:
”Sonraki kuşaklar arasında, onlar için güzel bir ün ve hatıra bıraktık.”
(Saffat 129)
Rahman ve Rahim olan Allah sana merhamet etsin, Şam’a merhamet etsin… Amin.


Muhacir Şehid Selman-2
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun, Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme salat ve selam olsun…
Euzubillah, Bismillah
“Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar. Allah’ın lütfundan kendilerine vermiş olduklarıyla sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olanları, kendilerine bir korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler (müjdelemek isterler).” (Ali Imran, 3/169-170)
Mümin, iman eden, Müslim teslim olan demektir. İman eden ve İslam’a teslim olan, şirkten ve küfürden  beri olan her mümin, Kuran ve sünnete uyarken kendinden bir şeyler verir.
Namaz ile belli bir vaktini Rabbine tahsis eder mesela… Bedeni ve duyguları ile Allah'a karşı tevazu içinde ibadet ederken o anda Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için hayattan, nefsin arzu ve isteklerinden kısa bir süre bile olsa ayrılır.
Sadaka ile malından verir, oruçla biraz da olsa canından nefsinden geçer…
Hac ile yine bedeni ile yorulur.
Kuran okumak, zikirle meşgul olmak vaktini, duygu ve düşüncelerini, kalbini Rabbine tahsis etmek demektir.
Zinaya yaklaşmaktan  kaçınırken nefsinin isteklerine hayır diyebilmekle nefsini  yorar; gıybetten kaçarken, şikayetlerini içine gömerek nefsini tezkiye eder…
Örnekleri çoğaltabiliriz. Tüm bu ameller belli anlar içindir.
Fakat cihad; hem malı, hem bütünüyle canı, hem de vaktinin tamamını, sözün kısası kendini! Allah’a adamaktır. İşte bu yüzden Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bildirdiğine göre cihad İslam’ın zirvesidir. Ve bu yüzden canını alıp yalnızca ve yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak ve Allah’ın kelimesi en üstün olsun niyetiyle, o canı Rabb'ine veren insanın, yani şehidin makamı öyle büyük bir makamdır ki ayetler ve hadislerle o makam ve o makamın ecri çeşitli şekillerde anlatılmıştır.
“Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrail’e: “Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrail onu sever ve sonra gök halkına: “Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz” diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır. Allah Teâlâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrail’e:  “Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrail de onu sevmez. Sonra Cebrail gök halkına: Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır.” (Müslim, Birr 157)

Selman herkes için bir çocuk kadar duruydu. Çocuktu o, onu görüp de sevmeyen birini bilmiyorum. Çocuklara nasıl kan kaynar ısınılır sevilirse herkes de çocuk gibi çok severdi güzel Selman’ı.. Ve şu hadisi hatırlarım: “Her çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra babaları ve anneleri onları Yahudi, Hıristiyan ve Putperest yapar”. İşte Selman, inşallah o temiz fıtratı koruyanlardan, imanı saf, derin; İslam’ı güzeldi inşallah… Çocuk gibi saf katışıksız iman etmişti Rabb'inden indirilene ve Peygamberine. Bu övgüleri duysa nasıl da hayâ ederdi şimdi. Tevazu sahibiydi.

Müslim rivayet etti ve onu Bedr hikâyesinde andı. Ve şöyle dedi: Müşrikler bize karşı ilerlediler ve Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Gökler ve yerlerin genişliğindeki cennete girmek için kalkın!” Umeyr bin Humem el Ensari (radıyallahu anh) şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasulü! Cennetin genişliği gökler ve yerler kadar mı?” O (sallallahu aleyhi ve sellem) “Evet” dedi. Bunun üzerine Umeyr; “En büyük arzum!” dedi. Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, “Seni bu sözleri söylemeye sevk eden nedir?” diye sordu. Umeyr; “Ey Allah’ın Rasulü! Onun sakinlerinden biri olmaktan daha büyük bir isteğim yoktur.” Allah Rasulü de; “Sen de onlardansın!” buyurdu. O sırada Umeyr çantasından hurma çıkarmış yiyordu. Sonra durup şöyle dedi: “Eğer bu hurmaların hepsini yiyene kadar yaşarsam bu çok uzun bir hayat olacak.”
Ravi diyor ki, sonra elindeki tüm hurmaları fırlattı ve düşman O’nu öldürünceye kadar savaştı.
Sahabelerde bir çocuğun inanması gibi bir inanmayı görürüz hep tıpkı bu hadisteki gibi, öylesine duru, temiz, öylesine katışıksız şeksiz şüphesiz. İşte Selman da böyle biriydi. Allah onun derecesini artırsın… Amin.

“Es rahmet rüzgârı es üstümüze bu gün sımsıcak çöl kumlarında.
Zorluk seferinde zorluk erleriyle, hedef bellidir yolumuz Şam’a”.
Daha altı yedi yaşlarındayken kardeşimin o güzel kısık sesiyle söylediği bu neşit hala kulaklarımda, es rahmet rüzgârı’ydı o çocukken… Güzel yolu Şam olduğunda, o söylediği neşit daha bir anlam kazandı, derinleşti.
Ve herkesin şahitliğiyle, dünya malında gözü yoktu, dünya onun için eskiden beri kıymetsizdi ve bu özelliği onunla öyle bütünleşmişti ki, onun Rabbi ile buluşmasının ardından, herkes aynı ağızdan dünyada gözü yoktu derken, şaşırdım bu söze çünkü bizim için de Selman’ı, Selman yapandı bu… Onun sonradan elde ettiği bir şey değildi, Selman’dı bu işte, hiç başka türlü olmamıştı ki…
Özellikle annesini kaybettikten sonra pazartesi-perşembe oruçlarını tutuyor, gece namazları kılıyor; bir de azar azar da olsa Kuranı tamamlamak niyetiyle ezber yapıyordu. Allah onun niyetine karşılık onu Kuran hafızı olarak kabul etsin.
Babam onun gitme isteğine karmaşa yüzünden çok razı değildi. Bunu onunla konuştuğu zaman “kıyıya vuran çocuk için Allah zalimleri kahretsin diyordun ya hani baba, nasıl kahrolacak?” gibi bir şeyler söylediğini hatırlıyorum.
Şehit Selmanım, dünya hayatında artık yokluğuna inanmak çok zor derken, aslında dünya hayatından daha çok Allah’a ait olmaya ve buradan gitmeye; yani ona dönmeye inanmamız, iman etmemiz gerektiğini idrak ediyorum. Elbette ki “inna lillah ve inna ileyhi raciun...” diyorum.
Şehit Selmanım, sen Allah’ınsın sen ve Allah’a döndün, Rabbinin şehitlere vaadettiğini inşallah sen de buldun…
Allah seni güzel hurilerle nikâhlasın benim biricik kardeşim…
Allah o verdiğin aziz canı kabul etsin,
şehadetini kabul etsin,
dereceni yükselttikçe yükseltsin!
Allah’ın cemalini görenlerden, Rasulullah’a  komşu olanlardan eylesin seni…
Amin, amin, amin. Ya Erhamerrahimin.

Şehid Selman Gaffaroğlu Kimdir




"Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah’a vermiş oldukları ahde sadakat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu dâveti beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.”
(Ahzâb: 23)

Kardeşim Selman 17 Ağustos 1983'te Osmaniye'de doğdu. O üç yaşındayken babamızın işi dolayısıyla Ankara'ya taşınıp yerleştik.
Selman, sonradan altıncı kardeşimiz gelene kadar beş kardeşin en küçüğüydü. Belki biraz da bu yüzden; ana babasının, abisi ve ablalarının en sevgilisi olarak büyüdü.
Selman hikaye yazmak, resim yapmak, gitar çalmaktan sinemaya kadar "sanat"ın birçok dalıyla ilgiliydi. Özellikle fotoğrafa çok meraklıydı. Kitap okumak için boş bulduğu hiç bir anı kaçırmazdı.

Bunları anlatmaktaki amacım onun ne kadar da sanatçı bir insan olduğunu açıklamaktan ziyade yaşadığı değişimi ortaya koymaktır. Değişim derken şunu da mutlaka belirtmeliyim ki kardeşim hep parmakla gösterilen pırlanta gibi bir müslüman gençti.
Çocukluğundan beri beş vakit namazını kılardı. Meşru daireden hiç çıkmadı.
Yani bahsettiğim değişim farklı bir hayat tarzından dönmek değil.
Zaten güzeldi; Rasulullah (s.a.v)'in ve ashabının hayatında ne gördüyse birebir uygulamaya çalışırken güzelleştikçe güzelleşmişti.

Onun ümmetin derdinden uykularının kaçması Marmara İletişim'den mezun olduktan sonra bir yardım kuruluşuyla gönüllü olarak Afrika'ya gitmesiyle başladı. Az da olsa yemek seçerdi, döndükten sonra bu huyu kalmamıştı. Artık ne yerse binbir şükürle yiyor ve bulamayanları anmadan lokma yutmuyordu. Tek çeşit yemek konusunda ısrar ediyor, elimizdekinden sorulduğunda hesap verememekten çok korkuyordu.

Sonra birkaç kez daha çeşitli yardım kuruluşlarıyla gönüllü olarak Afrika'ya gitti. Ben Afrikalıların gözünde gördüğüm hamd ve şükürle parlayan o ışığı hiçbirimizde ve başka hiçbir yerde görmedim diyordu. Oradaki müslümanların dertleriyle dertleniyor ve Afrika'ya hicret etmekten bahsediyordu. Bu arada bize çok yakın bir coğrafyada, Suriye'de yangın çıkmıştı.

O günlerde maalesef bir yangın da bizim evde çıkmıştı... Daha önce kanser atlatmış olan annemizde hastalık metastaz yapmıştı. Bu tıbben geri dönüşü olmayan bir noktaydı. Annemize çok düşkün olan kardeşim, şifa için sabah akşam onun üzerine kuran okumaya başladı. Aynı zamanda sağlıklı ve tertemiz bir şekilde yaşamanın sevgili peygamberimizin ve ashabının hayat tarzını uygulamakla mümkün olacağını keşfetmişti ve iyice öğrenmek için titizlikle hadis okuyordu. Ondan gelen günlük zikirleri, duaları okuyor ve bizlere de tavsiye ediyordu. Onun hayatından unutulmuş, şu gün pek uygulamadığımız sünnetlerin ihya edilmesi gerektiğini vurgulayarak öğrendiklerini yakınındaki herkesle paylaşıyordu.

İşte bu süreç içinde müzik ve sinema gibi işlerle ile ilgili düşünce ve tavırları da değişmişti. Bu konuda bir süre beraber çalıştığı arkadaşının bir anısını anlatmak istiyorum:

"Selman her sabah işe geldiğinde önce şöyle bir yarım saat bas gitarını amfiye takar, çalışırdı. Arkadaşlardan bazıları gelip abi kafamız dayanmıyor derlerdi. Biz de, kardeş ne diyelim şimdi, az sabret der gönderirdik şikayet edeni. Bir sabah aşağıdan, Selman'ın odasından çat çat sesler geliyor. N'oldu diye bir girdik baktık ki almış eline gitarı vura vura parçalıyor. Kardeş yapmayaydın, satar parasını infak ederdin madem filan dediysek de telleri fırlayana kadar devam etti. Bir daha da onu müzik dinlerken dahi görmedik."

Selman bir yandan annemize rukye tedavisi yaparken bir yandan da gitmek için izin istiyordu. Annem ikna olup tamam derdi bazen, sonra hemen olmaz, dayanamam diyerek verdiği izni iptal ederdi. 2014 Kasım'da annemiz Allah'a, dört ay sonra -sanırım 2015 Şubat'tı- Selmanımız da sevdasına kavuştu. Yol bulup İdlib'e gitmişti.
2015 Haziran sonunda bir sebeple Ankara'ya geldiğinde ara sıra ona, canım kardeşim gitme, bak burada da yaşlı babamız sana muhtaç diyordum; cevap vermiyordu.
Birgün ben daha ona bir şey söylemeden bileğimi tuttu, sımsıkı kavradı ve nasıl olduğunu anlıyor musun abla? Benim yüreğim işte böyle sıkılıyor burada dedi. Anlamıştım... Zaten o Ankara'dayken hepimiz de anlamıştık. Selman'ı tutmak ona en büyük zulümdü.

Sonra gitti yeniden. Oradan bize devamlı sabah ve akşam zikirlerini hatırlatıyordu. Kuranın bir kısmı zaten önceden ezberindeydi, anneme her gün okuduğu için de Bakara Suresi'ni ve daha birçok sureden birçok şifa ayetini ezberlemişti. Bu şekilde başlamış olduğu hafızlığa devam ediyordu.
Bizi ziyaret için ne zaman geleceğini sorduğumuzda hep yakında geleceğini söylüyordu. Kardeşlerimden birisi onun sıkıntılı olduğunu hissetmiş ve sormuş, Selman senin ne sıkıntın var? O da yarın ameliyat olacağını, narkozdan korktuğunu söylemiş.
Sıkıntısı tamamen bittikten sonra kendisinin anlattığına göre kolu G3 mermisiyle parçalanmış. Ameliyat için bir ay sıra beklemiş. Doktorlar o kolunu bir daha kullanamayacağını söylüyorlarmış. Hatta artık orada işe yaramayacağı için dönmeyi düşünüyor ve bu yüzden çok üzülüyormuş.
Ameliyattan sonraki bir ay içinde sürekli dua ederek şifasını istediği kolu hiç bir eser kalmayacak şekilde iyileşmiş, eski gücüne tamamen kavuşmuş.

Şehadetinden sonra bize onun hakkında buruk da olsa göğsümüzü kabartan bazı haberler geldi.
Kolu parça parça kırık, acılar içinde ıh demeden, kimseye zahmet vermeden, bir köşede kuran okuyarak sabırla ameliyat beklediğini anlattılar.
Elhamdulillah onunla ilgili aldığımız her haber göğsümüzün biraz daha kabarmasına vesile oluyor, bizleri onun güzel ahlakına bir kez daha şahit tutuyor.

Onun çok okuyan bir insan olduğunu zaten belirtmiştim. Bu, yakınındaki herkes tarafından iyi bilinen bir özelliğiydi. Şehadetinin ardından onunla ilgili anılarımızı paylaşırken de gene hep bu özelliği karşımıza çıkıyor. Selman hep bir şey okuyor:
"O sırada tabi Selman kitap okuyor..."
Sonra o kitap hep kuran oldu ve elinde mushafla da canını rabbine teslim etti.

Onun adı Selman'dı, kendisine seçtiği takma adı Evvah (çok vah eden, acıyıcı).
Onun peygamberlerin ardından gelen en yüksek makama ermesi (inşallah) şaşılacak bir şey değildi...
İşte o öyle bir Selman'dı.

"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz"

Rabbim şehadetini kabul etsin. Amin amin amin, ve'lhamdulillahi rabbil alemin.